Önsöz
Fotoğrafa Doğru Giderken:
Çocukluğum Bursa’da geçti. Siyah beyaz fotoğraf yıllarında, Bursa’nın küçük bir sokağında büyüdüm ve bir fotoğraf dükkanında çıraklık yaptım. Tozlu vitrininde, gün ışığından sararmaya yüz tutmuş siyah beyaz aile fotoğrafları bulunan bu dükkan, bir süre sonra kendimi anlamlı bir bütünün parçası olarak göreceğim büyülü bir dünya haline geldi.
Işıklı kutunun başına oturduğumda 12 yaşındaydım. Ustam negatif vesikalık filme, nasıl rotuş yapılacağını öğretmişti. Kuyumcu titizliği ile o kadar çok rotuş yapmıştım ki bir süre sonra, vesikalığın negatifine bakıp karta basıldığında nasıl olacağını görür olmuştum. Sonra, karanlık oda işlerine terfi ettirildim. Başlarda, sadece kartları yıkıyor sonra tamburda kurutuyordum. Zamanla film banyosu yapmayı sonra agrandizörün başına geçip pozlamayı öğrendim.
Görüntünün kart üzerinde yavaşça belirmesi beni her defasında şaşırtıyordu. Oluşan görüntüyü herkesten önce görmek ise garip bir şekilde beni mutlu ediyordu. Bu durum bana bazı imtiyazlar da sağlıyordu. Gördüğüm fotoğrafları, sokak arkadaşlarıma bire bin katarak anlatıyordum. En eğlenceli anlatımlar ise mahalle düğünlerinden çıkıyordu.
Çalışmaya başladıktan birkaç ay sonra, ustam bana bir fotoğraf makinası verdi. Makinayı 4-5 haftadır vermediği haftalıklarıma saymıştı. Doğrusu bu durumdan çok memnun olmamıştım. Zaten içim dışım fotoğraf olmuştu. Üstelik, makina olsa ne olurdu. Buna film alacak param yoktu. Bir süre sonra tarihi geçmiş satılamamış bayat filmleri kullanabileceğimi söyledi ustam. Eğer kullandığın filmlerin bayat olduğunu bilirsen ona göre çekim yapar, banyo hazırlar, pozlar ve görüntü elde edersin dedi. Önceleri çok aklıma yatmadı. Sanki beni kandırıyor, haftalıklarımın üzerine yatıyor gibi gelmişti. Zaten bir makina verdi, şimdi de bayat filmleri verip haftalık derdinden kurtulacak diye düşünmüştüm.
Öyle olmadı. Çok geçmeden, kendimi fotoğraf çekerken buldum. Önceleri yaşadığım sokaklarda, daha sonra Bursa’nın ulaşabildiğim her tarafında fotoğraflar çekmeye başladım. Çevremde olup biteni öğrenmek için can attığım yaşlardaydım. Bayat siyah beyaz filmler ve sabit lensli o küçük fotoğraf makinası ile hayatım değişmeye başladı. Zamanla, beni kentin sokaklarına savuran şeyin sadece olanı biteni öğrenme arzusu olmadığını öğrenecektim.
Kaç Tane Çıkmış ? :
O küçük fotoğrafhaneye her gün birçok insan girer çıkardı. Bunlar, baskıya verdikleri fotoğraflarını almaya gelenlerdi çoğu zaman.
Gelirlerdi ve hemen şu soruyu sorarlardı ` kaç tane çıkmış ? `
Bu soru 12 yaşındaki bir fotoğrafçı çırağına sorulabilecek en zor sorudur.
Çırak bu soruya cevap verebilmek için hızlıca fotoğrafçılık bilgilerini gözden geçirmek zorundadır artık.
İlk aşama kullanılan makinanın çözümlenmesi gerekir. Görüntüler makinada üretilir. Karanlık kutu ve objektif ile bir bütün olan makinanın hayli karmaşık bir yapısı vardır. Teknik sorunlar veya makinanın sıradan olmayan yetenekleri fotoğraflara yansır. Bu sorunlar genellikle fotoğrafta istenmeyen bir siyah çizgi, bazen kısmen fazla pozlanmış bölgeler, çeşitli lekelerle ortaya çıkar. Makinanın sıradan olmayan yetenekleri ise basitçe görüntüdeki keskinlik sıkıntılı ışık ortamlarında bile oluşturulabilmiş görüntülerin çokluğu ile anlaşılır. Çırak, bu bilgileri kullanarak makinanın nasıl bir makina olduğunu tahmin edecektir.
İkinci aşama Kullanıcının makinası ile ilişkisinin çözümlemesidir. Makinayı anlayıp anlamadığı, onunla konuşup konuşmadığı, makinanın hayal gücünden yararlanıp yararlanmadığı fotoğraflardan anlaşılabilir. Makinayı kullanan, makinanın yetenekleri ile hamleler yapar. Makina ne kadar karmaşıksa, yapılabilecek hamle sayısı da matematiksel olarak o kadar fazladır. Fotoğrafçı makinayı evirir çevirir, bazen alçalır bazen yükselir, bazen makinayı kandırır, bazen makinaya teslim olur. Bütün bunlar yaratmak istediği fotoğraf ile ilişkilidir. O yıllarda makinaların fonksiyonları genellikle diyafram ve enstantane ile sınırlıdır. Doğru pozlama yapabilmek için küçük kolaylıklar yeni yeni makinalarda yer almaya başlamıştır. Dolayısı ile çırak, fotoğraftaki ortama bakıp, fotoğrafçının en azından pozlamayı doğru yapıp yapmadığına, yani makinasını kullanmayı bilip bilmediğine karar verir.
Üçüncü aşama en zor olanıdır. Fotoğrafçının filme aktardığı, çırağın ise gözle görünür hale getirdiği görüntüye anlam verilmesi meselesidir. Bu oldukça karmaşık bir meseledir. Fotoğraf bir anlatım diliyse, buna yüklenen anlamlar öncelikle fotoğrafı çekenin birikimi ile ilintilidir. Fotoğrafçı yeşerdiği çevre, soluduğu hava, dinlediği müzik, izlediği film, okuduğu kitap, yaşadığı şehir, yediği yemek kısaca o fotoğrafı çekene kadarki tüm yaşanmışları ile kadrajını oluşturmaktadır. O fotoğrafı izleyen de benzer şekilde anlam yükleyecektir. O da yeşerdiği çevre, dinlediği müzik, okuduğu kitap kısaca o ana kadarki tüm yaşanmışlıkları ile kadraja anlam yükleyecektir.
Bu yüzden, 12 yaşındaki çırak için çok zor bir sorudur aslında ‘kaç tane çıkmış ?’ sorusu. Ona öğretilen mümkün olduğu kadar fazla görüntünün karta basılmasını sağlamasıdır. Böylece daha fazla para kazanılacaktır. Soruyu soran da aslında, temelde bu işin ona kaça patladığını öğrenmek için sormuştur o soruyu. Cevap genellikle ‘hepsi çıkmış abi veya abla’ olacaktır.
Fotoğrafın Peşinden Gitmek :
Bütün hikaye bu sorunun etrafında dönüyor aslında, kaç tane çıktı? son on yılda bu sorunun cevabını arayan kaç makale, kaç kitap okudum hatırlamıyorum bile. Sanırım, bu tartışma evrilerek sonsuza dek devam edecek. Fotoğrafın ne anlattığı veya ne anlatması gerektiği konusunda tartışmalar ve tartışanlar giderek artmakla birlikte cevap henüz net değil. Oysa dönüp dolaşıp gelinen yer tarih öncesi mağara duvarlarına çizilen resimlerdekinden çok da farklı değil.
Fotoğraçılar ise bu sorunun cevabını iki yoldan birini seçerek arıyorlar. Bir kısım fotoğrafçı fotoğrafa doğru yönelerek, O`na doğru giderek bu sorunun cevabını ararken, diğer kısım ise O`nun peşinden giderek cevabı bulmaya çalışıyor. Boşuna bir uğraş da olsa benim yolumun O`nun peşinden gitmek olduğuna karar verdim.
Peşinden giderken farklı yollara sapmak, sonra yola yeniden gelmek ve bu süreci defalarca yaşamak bana göre şimdilik doğru olanı.
Bülent Küçük
Ocak 2019