Kuş Bakışı
Hz. Nuh suların çekilip çekilmediğini öğrenmek için geminin güvertesindeki beyaz bir güvercini, gökyüzüne salıvermiş. Umutla güvercinin geri dönmesini beklemiş. Birkaç gün sonra güvercin gagasında bir zeytin dalı ile geri dönmüş. Suların çekildiği böylece anlaşılmış.
Güvercinin, Doğu ve Batı mitolojilerinde günahsız insanların ruhu olduğuna da inanılır.
Bu güzel kuş, umudun, aşkın, barışın, masumiyetin ve güzelliğin sembolüdür.
Sahi bir kuşa bu kadar anlam yüklenmesi tesadüf eseri olabilir mi ? Çin’den İran’a, eski Yunan’dan Mısır’a uzanan bu şöhret nereden kaynaklanıyor ?
Kaynaklar, güvercinlerin günümüzden yaklaşık 6500 yıl önce Irak’ta evcilleştirildiğini ve 2500 yıl haberleşmenin güvercinler aracılığı ile yapıldığını söylüyor. Yakın zamanda ise savaşların vazgeçilmez iletişim aracı olarak güvercinler karşımıza çıkıyor. Birinci Dünya savaşı sırasında Dear Friend adı verilen bir güvercinin kötü bir şekilde yaralanmasına rağmen, kendisine teslim edilen mesajı hedefine ulaştırarak 200 askerin kurtulmasını sağladığı ve bu yüzden madalya aldığı söylenir. İkinci Dünya savaşı sırasında İngiliz ordusunda kadrolu 250 bin güvercin bulunmaktaymış.
Çocukluğumu geçirdiğim sokakta, ağabeylerimiz damlarda güvercin beslerlerdi. Haftada bir gün damlardaki güvercinler kutularda, kafeslerde veya ellerde sokağa indirilir bazen değiş tokuş yapılır bazen hararetli tartışmalarla karşılaştırılırdı. Bir güvercinin takla attığını ilk o zaman görmüştüm.
Ben sadece fotoğraflara bakayım
Edirnekapı Mapushanesi :
Bir gün yolum Edirnekapı’daki güvercin pazarına düştüğünde, çocukluğumda hatırladığım manzaradan çok farklı bir manzara ile karşılaştım. Çocukluğumda güvercin besleme işi edepli yapılırdı. Kuşa saygı diye birşey vardı mesela. Kafesler temiz tutulurdu. Su kapları özel olurdu. Yemi, ilacı itina ile verilirdi. Güvercinler avuç içlerinde değil, el üstlerinde tutulurdu.
Sonraki yıllarda, Anadolu’da dolaşırken fırsat yaratıp güvercin besleyenlerle buluştum. Mardin, Hatay, Ankara’da muhabbetlere katılıp bazen de fotoğraflar çektim. Bu işi uzun yıllardır kovayanlar ile daha genç insanlarla konuşma fırsatı buldum. Uzun yıllardır güvercin besleyen yaşça 60 lı yılları gören kuşçular güvercin beslemenin Türklerin geleneklerinden geldiğini, Osmanlı’da bu işin çok önemli bir iş olarak yapıldığını anlatırlarken, daha gençler ise çoğunlukla ‘kahvede oturacağıma güvercin besliyorum’ havasındaydılar.
Her iki görüşte de gerçek payı olmasına rağmen işin aslının ticaret olduğunu anlamamak saflık olur. Türkiye’nin dört bir tarafında kurulan pazarlar, genellikle gece izbe bir yerde açılan kuş mezatlarının hiç biri bir hobiyi veya geleneği sürdürmek amacı ile olamaz. Günümüzde pazarlarda 60-70 Liradan 5-6 bin Liraya satılan güvercinlere rastlamak mümkün. Hele el altından bu fiyatların çok üzerine satışların yapıldığı da söylenir.
Küçük tel kafeslerde tıka basa sergilenen bu hayvanlar, bazen de karton kutular içerisinde güneşin altında saatlerce satılmayı bekliyor. Ayaklarına bağlanan naylon ipler ise özgürlüğün, barışın, masumiyetin sembolü olan bu hayvanlara hiç yakışmıyor. Bir koca insan eli bu güzelliğin üzerinde kara bir gölge gibi sürekli bekliyor.
Nerede olursa olsun bu kuşların kaderi pek değişmiyor. Hatay’da karşılaştığım manzara da İstanbul’da veya Ankara’da karşılaştığım manzaradan pek farklı değildi. Ancak burada işin biraz daha yarışmaya çevrildiğine şahit oldum. Yarışma derken, bütün hikaye senin damındaki güvercinleri kullanarak karşı damdaki güvercinlerden bir veya bir kaçını indirmekten bahsediyorum. Hatay’da tanıdığım Emrah beni birkaç güvercin besleyen ile tanıştırabileceğini söylediğinde heyecanlandım. Emrah o günlerde bir pide fırınında çalışıyordu. Ben de o fırına birşeyler yemek için girmiştim. Laf lafı açtı ve bana peşine düştüğüm güvercin besleyenler konusunda yardımcı olabileceğini söyledi. Akşam üstü buluşmak için sözleştik. Söz verdiği saatte motorsikleti ile kaldığım otele geldi. Beni artçı alıp Hatay’ın dar sokaklarında dolaştırmaya başladı.
Yarım saat kadar dolandıktan sonra bir binanın önünde durduk. Beş katlı bina, büyükçe bir avlunun etrafına dizilmiş evlerden oluşuyordu. Tüm katları tırmanıp çatıya ulaştığımızda küçük bir demir kapı ile karşılaştık. Kapı açıldı. Bizi onlarca güvercin karşıladı. Çatıda hummalı bir çalışma vardı. Güvercinlerden biri kısa bir süre önce yavrulamış. Yavru her tarafı kapalı ışık almayacak bir kutuda tutuluyormuş. Işık görmediği için tüyleri daha parlak olacakmış. Bunun güvercine hiçbir faydasının olmayacağını, eziyet edildiğini, çatıda hapis hayatı yaşadıklarını, bu kuşların özgürce dolaşması gerektiğini söylediğimde güvercinlerin sahibi bana ‘mapusluk bilmeyenin uçmanın değerini de bilmeyeceğini’ bu işlerin böyle geldiğini ve böyle gideceğini anlattı.
Belki de haklıdır. Belki de kafeste olan değil, dışarda olan özgürlüğünü bir taraflarda bırakmıştır. Belki de güvercin ile aynı kafesi paylaştığı için kendisinin de ancak güvercin kadar özgür olduğunu düşünüyordur. Hikayenin bu tarafı tartışılır. Tartışılamayacak olanın, binlerce yıldır tanışıklığı olan insanoğlu ile güvercinin birlikteliğinde bir tarafın diğer tarafa eziyet etmesidir.
Bülent Küçük
Şubat 2019